Recent postsView all

IB TÜRKÇE A/EDEBİYAT: Müfred…
18 Sep 24
KAĞIT 2’de Dikkat Edilebilece…
4 Sep 24
Yaz Okuma Önerileri (2024): On …
9 Jul 24
Sıcak Bir Merhaba
4 Jul 24

Yaz Okuma Önerileri (2024): On Kurmaca Eser

Tuesday 9 July 2024

Değerli öğretmen ve öğrenciler, merhaba. 2024 yazını daha etkili ve donanımlı geçirmek elinizde. Sizlere kısa kısa detaylarını, bireysel gözlemlerimi, paylaştığım on adet kitap önerisi (Kurmaca düzyazı-roman ve öykü) sunmak istiyoruz. Yarısı ana dilde yarısı tercüme eserlerden seçilen bu listedeki kitapların bir kısmını dahi okusanız bir IBDP öğretmeni ve öğrencisi olarak kendinize derinlikli sorular sormaktan çekinmeyin. Metnin ne zaman kaleme alındığından hangi karakterleri içerdiğine, yazarın okur kitlesinin kim olduğundan tartışılan ana argümanlara, kullanılan edebi araçlardan biri size sorsa birkaç cümlede eseri anlatmaya dek pek çok detayı düşünebilir ve kaliteli bir okuma deneyimi yaşayabilirsiniz. 

Eserleri okurken temel bir yaklaşım geliştirmek isterseniz Eleştirel Okuma başlıklı bu yazımızı okumanız faydalı olacaktır. Ayrıca Kurmaca ile İlgili Düşünceler başlıklı yazımızda da etkilü düşünme egzersizleri sizleri bekliyor. Bir örnek şöyle: Yazarın karakter geliştirmedeki becerisini veya eksikliğini düşünün. Değişken (round) karakterlerin aksine düz (flat) karakterler belirli amaçlar göz önünde bulundurularak yaratılır. Yazarın niyetine bağlı olarak karakterler okurun ilgisini hiç çekmeyebilir. Karakterler, tür temsili veya sembolik olarak işlev görebilirler. Karakterler değişiyor mu? Kendilerini bir diğerinden ayırıyorlar mı? Karakterler tematik bir anlayış veya sosyal bir yorumlama için araç niteliğinde mi?

1.KISKANMAK // NAHİD SIRRI ÖRİK (ROMAN-1946)

Ancak ağabeyi kendinden evvel ölürse, ağabeyinin kendinden evvel toprağa verildiğini öğrenirse belki de biraz sükûn bulacak, kendisi iyi kötü yaşarken toprakta toprak olmuş bir ölüyü artık belki de pek kıskanmayacaktı…” (son cümle)
 

Nahid Sırrı Örik’in 1937’de Tan gazetesinde tefrika edilen ve 1946’da kitaplaştırılan eseri Kıskanmak, yetmiş dokuz yıllık bir mesafeden seslenir. Eser Seniha adlı otuz dokuz yaşında, bekâr bir kadının, ağabeyi Halit’e beslediği kıskançlık üzerine kuruludur. Halit, genç ve güzel Mükerrem’le evlidir. Seniha ise onlarla birlikte yaşamaktadır. “Çirkin” olarak tanıtılan Seniha bir yandadır; güzel ve genç, 27 yaşındaki Mükerrem ve 47 yaşında, güzel eşi, erkek güzeli, Halit öte taraftadır. Anne ve babasının dahi çirkin gördüğü, acıdığı Seniha’nın içinde alevlenir haset tohumu. Yurt dışında okutulmuştur Halit, herkes “Bu kız, o oğlan olmalıydı!” demiş, ağabeyini övmüştür. (Örik 54) Bir keresinde annesinin Halit’i kucaklarken sarf ettiği şu sözler ömür boyu sürecek kıskançlığı kuvvetlendirir: “Ah benim güzel evladım! Ne olurdu, zavallı Seniha’da sana benzeseydi!” (56) Artık Seniha her fırsatta ağabeyinin zorda kalması için yollar arayacak, ağabeyinin yıkımı ile güzelleşmeye çalışacaktır.  

2.KÂTİP BARTLEBY // HERMAN MELVILLE (NOVELLA-1853)

Yapmamayı Tercih Eden Edilgen Direnişçi: Bartleby

  “-Ha! Tercih mi? Doğru, tuhaf bir sözcük.” (41)


“Ah, mutluluk ışıkla flört ediyor, biz dünyayı neşe içinde sanıyoruz, ama sefalet uzakta saklanıyor, biz olmadığını sanıyoruz.” (Kâtip Bartleby 36)

1853 Kasım’ında hayat bulan Kâtip Bartleby novellası aradan geçen yüz elli yılı aşkın süreye rağmen hâlâ tuhaf, hâlâ canlı bir görünümdedir. 19. yüzyıl New York’unda, Wall Street’te, bir hukuk bürosunda başlayacaktır Herman Melville’in kaleme aldığı hikâye. Anlatıcı aynı zamanda hukuk bürosunun sahibi bir avukattır, altmışlı yaşlardadır. Yaşadığı bir olayı aktaran anlatıcı/avukat, tanrısal anlatıcı işlevini de görmektedir. Avukat, büroda iki yazıcı ve bir odacı ile beraber çalışmaktadır. Yazıcılar Hindi ve Cımbız, odacı ise Zencefil takma adlarına sahiptir. Derinlikli işlenmeyen yan karakterler, hukuk bürosu sahibi gibi isimsizdirler ve belli nitelikleri simgeleyerek, Bartleby’in keskinliğini pekiştirirler. Yaşlı Hindi, altmışlı yaşlarda, kendini formda biri gibi göstermek ister ve öğleden sonraları daha bir öfkeli olur. Yirmili yaşlardaki Cımbız, hırs ve hazımsızlık içindedir. (18) İki yazıcı da çalışkandırlar. Cımbız’ın hırsı ve siniri sabahları belirginken Hindi’nin öfke nöbetlerinin öğleden sonra başlaması büro içinde bir denge yaratmıştır ve işler olağan seyrinde ilerlemektedir. On iki yaşındaki odacı Zencefil ise lakabını Hindi ve Cımbız’a getirdiği zencefilli çöreklerden almıştır.

3.HOŞGÖR KÖFTECİSİ// ORHAN VELİ KANIK (ÖYKÜ)

Ah, biz küçük burjuvalar, ne sahte, ne yaldızdan ibaret insanlarız. Her şeyimiz yalan. En küçük yalanı, düpedüz yalan söylediğimiz zaman söyleriz. Ya söylemediklerimiz? Korkunç. (30-31)


Hoşgör Köftecisi, Orhan Veli'nin öykülerinin, yazarın ölümünden sonra yayımlanan derlemesi. Kitapta yazarın altı öyküsünün yanı sıra, William Saroyan'ın bir öyküsünün serbest çevirisi ve Orhan Veli ile yapılan bir gazete röportajı yer alır. 64 sayfalık kitap ilk defa Nisan 2012'de Yapı Kredi Yayınları tarafından İstanbul'da yayımlanmıştır.

Hoşgör Köftecisi'nde bir balıkçı meyhanesi mekan olarak seçilir. Üç masalıdır bu küçük işletme. Dünyanın manasız bir yer olacağına hükmedeceğiniz anda, dünyanın hiç ummadığınız bir yerinde, bu nefis kebap kokulu alan karşınıza çıkar. İnsanları kanlı canlıdır.


(...) bir anda bu sevimli kadının ismini öğrenmek istedim:
-İsmim bana bile lazım değil, sen ne yapacaksın? dedi. (Sayfa 10)

4.KÖRLÜK//JOSE SARAMAGO (ROMAN)

         (...) ve körler, yüzlercesi, gözlerini ve ağızlarını beyaz gökyüzüne doğru kaldırmış

            körler, insan böyle bir gökyüzünden yağmur yağmur yağacağına bile inanamıyor. (242)
                                                                                                                                     
Körlük, Jose Saramago’nun 1995 yılında kaleme aldığı bir roman. Eser, 339 sayfadan oluşuyor. Saramago’nun Portekizli olduğunu ve 1998 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandığını da notlarımız arasına ekleyerek konuşmaya başlayalım.

Tecrit edildikleri akıl hastanesinde, gözetim altında tutulan ve sayıları günden güne kat kat artan bir körler güruhu... Örgütlenmeler... Gözlerin sınırlandırdığı görme eyleminin körlemesine değişimi... Esas görmeler... Doktorun karısının işlediği cinayet... Artık olağan hale gelen ölümler. İnsanın uyumsever bir yanının olması. Yaşanan tecavüzler: Ekmek kapısı kadınlar. Bir iç devlet haline gelen yapılanmanın, dışarıda da sürmesi... İlkel bir dönem... Bir lokma yemek için ölen/öldüren/gözü dönen bireyler. Grup grup yalnızlar..  Kör kör görenler...

5.SUSUZ YAZ//NECATİ CUMALI (ÖYKÜ)

« Ama ben hikâyelere inanmasını severim »“Esma ile İsmail” isimli öyküden… (201)

Cumalı’nın Susuz Yaz isimli öykü kitabının okuduğum baskısı, Cumhuriyet Kitapları’ndan çıkmış olan Ekim 2009 tarihli 20. basımı. Kitap 288 sayfadan oluşuyor.

Kitaba ismini veren “Susuz Yaz”ın yanında on öykü daha yer alıyor eserde: “Öç”, “Yenilmeyen”, “Dağlı ve Muharrem”, “Bıçak”, “Kaatil”, “Gülsüm Kıza Ağıt”, “Esma ile İsmail”, “Aktör”, “Aksinin Biri” ve “Selim'i Anarım”.

--------------------
Susuz Yaz

Öykü kitabın 64 sayfasında yer buluyor ve dramatik bir tonda ilerliyor. Ayrıca öykü gibi filmin de İzmir’in Bademler Köyü’nde geçtiğini hatırlatalım. Öyküde, köy halkının “susuzluk” ve “suyun bölüşülememesi” noktaları çerçevesinde gösterdikleri dönüşüm gözleri önüne serilir. Hasan ve Fatih Kocabaş Kardeşler, kendi tapulu arsaları üzerinden filizlenen suyu, önceleri köylü ile paylaşırken, bu tutum zamanla Hasan Kocabaş’ın tutku ve hırsı nedeniyle değişime uğrayacaktır. Bahçesindeki yeni aşılanan fidanların sulanması için, oluklardan köylünün bahçelerine dağılan can damarını kesen Hasan Hocabaş, köylünün can düşmanı olur. Kardeşi Osman, daha bir insancıldır ama ağabeyine ses çıkartacak yapıda da değildir. Buna rağmen, ağabeyi bahçede çalışırken bir gün suyun yönünü tekrar köylüye çeviren Osman ve ağabeyi arasında gerginlik yaşanır:

-Ne yaptın?
Osman oralı olmadı:
-Varsın bir günlük de onlar bahçelerini sulasın…
-Nasıl? Sen bana sormadan bu işi nasıl yaparsın? Su değil, ben onlara günahımı vermem! Bu kadar vekil, mahkeme masrafı ödedim. Ben neciyim burada? Eşek başı mı? (27)

6.KALECİNİN PENALTI ANINDAKİ ENDİŞESİ//PETER HANDKE (ROMAN-1970)


                         “Genelde, ancak top kaleye atılırken farkına varır insan kalecinin.” (92)
 

Eskiden tanınmış bir kaleci olan Josef Bloch’un “anlatısı”.

Doksan üç sayfalık eser, ilk kez 1970 yılında yayımlandı. Elimdeki Türkçe –üçüncü- baskısı ise Tevfik Turan çevirisi ile 2012 yılında, Ayrıntı Yayınları tarafından raflara sürüldü.

Dil, kelimeler ve nesneler bağlamında “boşluk” üçgeni oluşturan Handke’nin bu eserinin deneysel bir nitelikte olduğu söylenmelidir. “Anlatının akıcılığı” özelliğini de bilinçli bir biçimde tahrip eden eser, kendi içindeki tutarlılığını sürdürür. Yalın bir söyleyişle ilerler ve  “hareket etmekten vazgeçen kalecinin durarak, biz buna durma ve anlamlandırma süreci diyelim, rakip oyuncunun çektiği penaltı şutunu avuçlarında bulması” ile nihayete erer.

Roman, “dilin iletişimdeki yetersizliği” ve bunun da ötesindeki “bireyin yaşam içindeki tedirginliği” hususları ile ön plana çıkar. Nesneler, onları karşılayan sözcüklerin ötesindedir ve sözcüklerden bağımsızdır. Bu bağı kuran bireyin zihnidir. Dil, bu noktada “özfarkındalığı yüksek” birey için, açmazlarla doludur. Bunun yanı sıra, yaşam da tedirginlik verici bilinmezlerle örülüdür. Her an, her yerde anlamlandırılmayı bekleyen türlü türlü dış uyarıcı vardır. Birey, tüm bunları rasyonalize etmeli ve bilincine uygun hale getirmelidir.

7.KARA KİTAP/ORHAN PAMUK (ROMAN-1990)

“Ben Bir Başkasıyım!” yahut “Kara, Kapkara, Karanlık Sayfalar”

“Yalnızca kendim olmak istiyordum, yalnızca kendim olmak istiyordum, kendim olmak istiyordum yalnızca.” (452)

“İnsanın kendisi olabilmesinin bir yolu olmadığına kocamın ölümünden sonraki yalnızlık ve pişmanlık günlerinden sonra karar verdim.” (217)

1985 sonbaharında Amerika’da yazmaya başlar Kara Kitap’ı Pamuk ve 1990 Şubat’ında İstanbul, Erenköy’de bırakır kalemi. Ortaya adı gibi “kara” bir kitap çıkar. Avukat Galip’in eşi Rüya bir gün ansızın evi terk eder. Galip hem onu hem de ortadan kaybolan amcasının oğlu yazar Celâl Salik’i aramaya koyulur. Galip aradıkça arayacak ve içine kısıldığı sıradanlıktan uzaklaşacaktır. Arama yolculuğu İstanbul’un kimi zaman gizemli kimi zaman ürkütücü ve karanlık sokaklarında sürecek, Galip aslında kaybolanın, kendini yitirmiş olanın, taklidin, kendisi olduğunu anlayacak, sırra erecektir.

Eser iki kısımdan meydana gelir. İlk kısım on dokuz, ikinci kısım on yedi bölüm içerir. Çoğunluğu tanrısal anlatıcı bakış açısıyla yazılmış kitap, yer yer Galip’in araya girmeleriyle kahraman bakış açısından da izler taşır. Kitap kurgusu bir bölümde olayların aktarılışı, bir bölümdeyse Celâl’in ilginç köşe yazılarından birinin sunulması ile şekillenir. Celâl yalnızca köşe yazılarıyla aktarılırken Rüya, evden kaçışıyla tetikleyici rol üstlenen bir karakter olur.

8.KİYOTO//YASUNARİ KAVABATA (ROMAN-1962)
Yeşilin Şiiri, Çieko’nun Hayali

   “Ben bir hayal olursam, Naeko benim kız kardeşim olur mu?” (161)

Yasunari Kavabata’nın Kiyoto (Kiraz Çiçekleri) isimli romanı 1962’den itibaren seslenir okura, görülmeyeni, es geçileni -doğanın ve Çieko’nun duru güzelliğini- haykırır bir bakıma. Dokuz bölümlük eser “İlkbahar Çiçekleri” başlığıyla ve şu cümleyle açılır: “Çieko, ihtiyar akçaağacın gövdesinde menekşelerin açtığını gördü.” (5) 20 yaşındaki Çieko, 794-1868 yılları arasında Japonya’nın başkenti olan ve “başkentlerin başkenti” anlamına gelen Kyoto’da, kumaş toptancısı/kimono tasarımcısı bir ailenin yanında evlatlık olarak kalır, kendisinin gerçek ailesine dair bilgisi olmadığı gibi bu gerçeği öğrenme arzusu da yoktur. Doğada mutludur, ağaçların arasında. Kiraz ve sedir ağaçlarının, akçaağaç dallarının onu teskin edici bir yanı vardır.

Şiniçi, Riyusuke ve Sosuke’nun Çieko’nun sevgisini elde etmek için yaptıklarını, Naeko’nun sonunu, baba Takiçiro’nun karanlık geçmişini öğrenmek ve yeşillikler cenneti Kiyoto’yu tanımlayan betimlemeleri gözünüzde canlandırmak için metni okumalısınız.

Metni okuduktan sonra Çieko elini uzatır, yeşildir elleri, bir sedir ormanıdır sözleri. Sizi çağırır, gel, der, kardeşimle -Naeko’yla ben bir hayale, yeşil bir hayalin içine düşüyoruz, dibi yok bu yeşilliğin. Açarsınız gözlerinizi, neyse ki kâbus yaşamlarınızdan bu büyülü hayale yuvarlanmışsınızdır. Naeko, kız kardeşinizdir artık.

9.KEDİ VE ÖLÜM (ARA KAPI) // ERHAN BENER (ROMAN-1961)

Bir Tuhaf Ölüm Acemisi: Ressam Zahit

 “Birkaç saniye süren, ama ikisine de çok uzun gelen yeni bir bekleyiş oldu aralarında, ilk kez o zaman, tıpkı kendisi gibi kedinin de ölümden korktuğunu hissetti.” (Kedi ve Ölüm, Erhan Bener)


“Vız geliyor onlara, ama kendileri de ölecekler. Aptallar!.. Ben biraz önce, onlar biraz sonra... Ama onların da başına gelecek. Oysa orada coşup duruyorlar. Hayvanlar!..” (İvan İlyiç’in Ölümü,  Lev Tolstoy)                                                        


Erhan Bener’in Ara Kapı adlı romanı ilk kez 1961 yılında yayımlanır. 1965’teki Fransızca baskının ardından eserin adı Kedi ve Ölüm olarak değişir. Eserde, 60 yaşında bir ressam olan Zahit İloğlu’nun doktora gidişi, üç aylık ömrü kaldığını öğrenişi ve bu minvalde değişen yaşamı aktarılır. Doktordan aldığı haberle birlikte köprünün parmaklıklarına yaslanan, dalgın bakışlarla vapurdan çıkanları seyreden bir Ressam Zahit karşılar okuru. Zahit, keşfedilen resim yeteneği sayesinde önce İstanbul’da ve sonrasında Belçika’da resim eğitimi alır. Türkiye’ye döner, evlenir. İlk eşinden bir erkek, bir kız iki çocuğu olur. Kızı beş yaşında ölür. Eşini de sonrasında yitiren Zahit, ikinci defa ve bu kez kendisinden yaşça genç bir kadınla dünya evine girer. Bu, aynı zamanda yeni eşinin de ikinci evliliğidir. Sonrasında ölüm gerçeği kendini gösterecek, her şey silikleşecektir.

Bener, okuru da bir iç sorguya davet eder eser boyunca. Biz de düşünürüz, geçmişe döner ve anıların değişmez eskiliği içinde bugüne bakarız. Değişmişizdir, ölüme yakınızdır. Aslında her an böyledir bu, ölüm samimi bir ev sahibidir, bekler. Kendi ölümümüzü, kendi büyük eserimizi, bizi korkutan ve yaşatan şeyleri düşünürüz Zahit’le birlikte. 

10.DÜNYANIN BÜTÜN SABAHLARI/PASCAL QUIGNARD (NOVELLA-1991)
Ölüyü Dirilten-Diriyi Öldüren Güç: Müzik

“Dünyanın bütün sabahları bir daha dönmeyesiye uçup gider.” (Pascal Quignard/Dünyanın Bütün Sabahları -1991-)

“(…) Sular beni çekiyor…Kuyular bana tuzak/ Kalbimi yavaş yavaş avucuna alarak/ Mehtaplı kuyularda şarkı söylüyor ölüm” (Ziya Osman Saba/Kuyular -1929-)

1650 ilkbaharında Mösyö de Saint Colombe, eşi Madam Colombe’yi yitirir. Ölen kadın ardında biri iki (Toinette) biri altı yaşında (Madeleine) iki kızını bırakmıştır Mösyö Colombe’ye. Eşini çok seven Mösyö Colombe üzülür, bir hayli üzülür ve hiçbir şeyin avutamadığı bir noktaya gelir. Aslında karısı öldüğünde yanında olamayışıdır onu sarsan. Şarap ve müzik eşliğinde ölmek isteyen bir arkadaşının başucundadır o esnada. Kendini affetmeyecektir. Müziğe sığınır, notalara kaçar, Özlemlere Ağıt’ı besteler. Colombe, ölen karısı ile dolu anlarını, geçmişini tekrar tekrar yaşar, günlerini, tüm sabahları böylece, bu tutkuyla tüketir ve mutlu olduğunu hisseder.

Müziğe, sessizliğe, notalardaki sese, yalnızlığa ve acıya bir güzelleme niteliği taşıyan 95 sayfalık novella/uzun öykü Dünyanın Bütün Sabahları, “Beni müzikten sadece cennet ya da deniz uzaklaştırabilir” diyen Emil Michel Cioran’ı haklı çıkarır ve çıkarmalıdır. Müzisyen olamasa da müzik yapan ve kolayı, rahatı tercih eden, aşkta da derinlikten yoksun Marias’ı sonunda kendine getiren Mösyö Colombe, sert görünümünün ardındaki merhameti müzikle korumuş, kollamış, ustalığının hakkını vermiştir. Eşinin ölümsüz anılarını viyolanın tellerinde, doğanın kucağında canlandırmış, dünyaya sırtını dönmüş ama bu esnada ruhunu yalnızlaştırmış, aşkını yalnızlığıyla beslemiş, kendini enikonu ıssızlaştırmış, bir bakıma öldürmüştür. O halde büyülü müzik, ölüyü diriltmiş ve diriyi öldürmüş, ölümsüz ezgisini/yazgısını tutkuyla sürdürmüştür.